Kürt/Kürdistan meselesi açısından tarihi günlerden geçiyoruz. Uzun ve meşakkatli bir
sürecin sonunda, Güney Kürdistan Halkı geleceğini belirlemek için, kendi toprağında,
kendi yaşam tarzına uygun, serbest bir yaşam tercihi için sandık başına gidecek.
25 eylülde Irak ile beraber yaşama ya da Iraktan ayrılarak yeni bir yol çizme
konusundaki tercihini netleştirecek.
İki yüz yılı
aşkın bir zamana dağılan mazlumiyet, esaret, katliam, direniş sürecinin sonunda,
bu acılı coğrafyanın bir parçasının çocukları, kendi geleceklerine dair
görüşlerini kayıt altına alacak bir girişimde bulunuyor. Normal şartlarda,
günün temayülleri gereği böyle bir girişime itiraz edilmemelidir. Bir halkın
kendi tercihini oylamasına engel olmaya çalışılmamalıdır. Akıl sahibi olanların, vicdan
sahibi olanların böyle bir seçimin önünü açması beklenir.
Ancak, Kürt / Kürdistan
meselesinin dünü ve bugünü hakkında biraz bilgi sahibi olanlar bilirler ki; bu
mesele hakkında hiç bir zaman normal bakış açıları geliştirilmedi. Söz konusu
Kürt meselesi olduğunda hemen her adım arefesinde bölge devletleri ve bu
devletlerden nemalanan çevreler, bütün vicdani, ahlaki, insani, melekelerinden
uzaklaşmaktadırlar.
Bu süreçte de
gerek bölge devletlerinin, gerek bu devletlerin “nimetlerinden” nemalananların
canhıraş bir şekilde bu girişimi engellemeye çalıştığına şahit oluyoruz.
Aslında bu engelleme çalışmaları kendi içinde onlarca çelişki barındırıyor. Ancak
bu çelişkiler kimsenin umurunda değil.
Arza hükmetme sevdasında olan insanoğlunun hemen her durumu kendi zaviyesinden açıklama ve kendi çıkarına uygun meşrulaştırma çabası genel ilke durumuna gelmiş bulunuyor. Bu durumun kendilerini “adil şahitler” olarak tanımlayanlar açısından da bir önemi kalmamış görünüyor.
Arza hükmetme sevdasında olan insanoğlunun hemen her durumu kendi zaviyesinden açıklama ve kendi çıkarına uygun meşrulaştırma çabası genel ilke durumuna gelmiş bulunuyor. Bu durumun kendilerini “adil şahitler” olarak tanımlayanlar açısından da bir önemi kalmamış görünüyor.
Bir zamanlar
kendilerine büyük harflerle “İslamcı” diyenler, Kürtlerin herhangi bir statüye
sahip olmaması için bütün ilkelerini, bütün yaldızlı kelimelerini bir yana
bırakarak milliyetçi, ulusalcı bir dile teslim olmuş görünüyorlar. Bu
teslimiyet o kadar körleştirmiş ki, yaman çelişkilerini bile göremiyorlar.
Kürtlerin
ayrı devlet talebini “Ümmete ihanet” olarak dile getirirken kendilerinden o
kadar emin konuşuyorlar ki, İngilizlerin masa başında çizdiği sınırları, Sykes-Picot
anlaşmasını merkez aldıklarının farkına bile varamıyorlar. Kürtler
konuşulduğunda ulus devletin anlamsızlığından bahsederken, kendi ulus
devletlerini kutsamayı İslami bir bilinç aşaması olarak görmekten rahatsızlık
duymuyorlar. Kendi ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, hiçbir sınır, hiçbir kural, hiçbir kutsal tanımayanlar, Kürtlerin herhangi bir girişimini “din
dili” ile mahkum etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de, dini, kutsalları,
inançları birer metaya dönüştürmekten rahatsızlık duymuyorlar. Üstelik, “hakim
gücü” arkalarına almış olmanın rahatlığıyla, kibirli bir dil kullanıyorlar.
Dünün mağdurları olduklarını unutmuşlar, tepeden bakmanın bütün olanaklarını
kullanıyorlar. Konuştuklarında sanırsınız ki; “ümmet”, “İslam”, “Hak- hukuk” birincil öncelikleri. Oysa tek hedefleri kalmış görünüyor; O da Kürt
Halkının herhangi bir statüye sahip olmasını engellemek. Bu amaç doğrultusunda
büyük bir “iman” ile çalışıyorlar. Söz konusu kendi gündemleri olduğunda, “halk
ne isterse o olur” diyerek seçimlere, tercihlere saygıya çağırıyorken,
Kürtlerin bir referandum yapmalarına bile sert çıkıyor, tehditler savuruyor,
kibirlenerek “had bildirmeye” çalışıyorlar.
Aslında haklı
olmayınca sağlam gerekçeler de sunamıyorlar. Doğrusu çoğu zaman insan cevap
verme gereği bile duymuyor. Ama sessiz kalınca da ortalığı boş gören bu zevat
kendini haklı hissediyor. Bu nedenle de sessiz kalamıyor insan.
Söylemlerinin
altını doldurmaları da çok önemli değil. Ne de olsa güç onlarda, o zaman haklı
olan da onlar. O yüzden çelişkide olmalarının onlar açısından bir önemi
kalmıyor.
İngiliz-
Fransız ortak yapımı ve İngiliz aklının ürünü olan Sykes-Picot anlaşmasını
merkeze alacaksınız, bu sınırları kutsayarak Kürtlere akla gelmeyecek zulümler
yapılmasına sessiz kalacaksınız, ama günün birinde Kürtler bu sınırlara itiraz
ettiğinde, ümmetten, birlikten bahsedeceksiniz. İngiliz oyunuyla, yerüstü ve
yeraltı zenginlikleri uzak yerlerdeki merkezi hükümetlerce sömürülmesine
karşın, açlık, göç ve mağduriyetlere teslim edilen koca bir halkın hakları
umurunuzda olmayacak, bu halkın bütün varlıklarının başkalarına peşkeş
çekilmesine göz yumacaksınız, hatta yer yer siz de nemalanacaksınız, ama bu
halk hakkını aradığında da pişkin bir edayla suçlayacaksınız. Birilerinin bölgede
yaptığı paylaşımda Kürtlerin yok sayılması işinize geldiği için susacaksınız, itiraz edildiğinde de güç gösterisinde bulunacaksınız.
İsrail ile her
türlü ilişkiyi mübah göreceksiniz, Filistin’in yeraltı ve yerüstü
zenginliklerinin İsrail tarafından tüketilmesine önayak olacaksınız, İsrail’in
Filistin doğalgazı ile ihya olmasına ortak olacaksınız, ama Kürdistan talebini
“ikinci İsrail” diye mahkum etmeye çalışacaksınız. Bütün bölge zalimlerinin,
dini metalaştırarak, Kürtlere yaptıkları zulümleri meşru göstermelerine göz
yumacaksınız, ama korumasız kalan bir halkın kendini koruma reflekslerini
mahkum edeceksiniz.
Özellikle
yirminci yüzyıl boyunca ulus devletlerin acımasız uygulamalarını birebir yaşayan bir halkın acıları umurunuzda olmayacak, ama onların varlık
göstermelerine tahammül etmeyeceksiniz.
Irak denilen
yapay bir ülkeyi meşru göreceksiniz, Saddam’ın Kur’anı istismar ederek
katliamlarına Enfal-Ganimet ismi vermesini, yüz binleri bulan kadın, çocuk,
yaşlı, erkek öldürmesini, kadınları pazarlarda cariye olarak satmasını
görmeyeceksiniz, kimyasal silahlarla bedenlerin parçalanmasını, “Irak'ın iç
meselesi” olarak göreceksiniz, ama Kürtlerin geleceğini belirlemek için sandık
başına gitmesini “kabul edilemez” göreceksiniz.
Bu çevrelere;“bu hassasiyetlerinizle, Sykes-Picot uygulanırken neredeydiniz? Ulus devlete karşı idiniz de Kutsadığınız sınırlar neyin sınırları? Dünyanın öbür ucundaki herhangi bir kabileye “helal” gördüğünüz, hatta kutsadığınız ulus devleti Kürt’lere “haram” yapan nedir?” diye sormak gerekiyor. Ama buna verecekleri bir cevapları da yok tabii ki. Gerçekten inandıkları için değil, işlerine öyle geldiği için bunları söylüyorlar.
Bu çevrelere;“bu hassasiyetlerinizle, Sykes-Picot uygulanırken neredeydiniz? Ulus devlete karşı idiniz de Kutsadığınız sınırlar neyin sınırları? Dünyanın öbür ucundaki herhangi bir kabileye “helal” gördüğünüz, hatta kutsadığınız ulus devleti Kürt’lere “haram” yapan nedir?” diye sormak gerekiyor. Ama buna verecekleri bir cevapları da yok tabii ki. Gerçekten inandıkları için değil, işlerine öyle geldiği için bunları söylüyorlar.
Irak denilen
yapay ülkenin bugüne kadar “Ümmete” insanlığa tek bir katkısını söyleyin dediğinizde,
tek bir kelime edemeyecek olanlar, Irak'ın dün olduğu gibi bugün de
sayılabilecek onlarca suçunu görmezden gelecek olanlar, Kürt’lerin taleplerine
karşı Irak’ın toprak bütünlüğünü kutsuyorlar.
Kutsadıkları
devlet; bir ulus devlet, zihinleri İngiliz aklının çizdiği sınırlar
çerçevesinde işliyor. Ama Kürtleri “evrensel” ilkeler çerçevesinde dizayn
etmeye çalışıyorlar. Ballandıra ballandıra “ulus devletin”
çıkmazından, bölünmelerin “Ümmete zararından”, “birlik-beraberlikten” bahsediyorlar.
Mevcut haliyle
ulus devlet projesinin, bölgenin yüreğine bir hançer gibi saplandığı gerçeği
kimsenin umurunda değil. Herkesin ulus devletinin olması artık oldukça doğal
karşılanırken, bu konu Kürtler için ise kapanmış bir meseledir bunlar için. Sınırları
bu denli keskin çizmenin insani ve İslami hiç bir gerekçesinin olmaması da
ilgilendirmiyor bunları.
Oysa ulus devletin
çelişkileri sadece Kürtler için geçerli değildir. Hatta bu çelişkiler Kürt’lerin bir devlet kurma amaçlarına karşı
kullanmak için uygun da değildir. Tam tersine, Kürt’lerin çektiği acılar, bu çelişkiler
için gerekçeye dönüşebilir. Önüne gelen Arap Şeyhinin bile bir devlet/nüfuz/toprak/güç/sahibi olduğu bir ortamda, “devletsiz” bir halkın nasıl mağdur
olabileceğinin kanıtıdır Kürtlerin yaşadıkları.
İşte bu halk, Güney
Kürdistan Halkı bütün yaşananların ardından tarihin bu dönemecinde, geleceğini
belirleyecek önemli bir girişimde bulunuyor. Yeni enfaller, yeni Halepçeler,
yeni sürgünler, yeni katliamlar, yeni göçler yaşamamak için çıkış yolu arıyor.
Bu meşru ve takdire şayan girişim konusunda vicdan sahibi herkesin en azından
sessiz kalması gerekiyor.
Bu acılı coğrafyada tek
bir ulus devlet olduğu müddetçe, Kürtlerin de bir devlet talebi meşrudur,
haktır. Bu şartlarda buna karşı durmanın meşru hiç bir gerekçesi yoktur. Buna
rağmen mertçe karşı duranların açıklamalarını da mertçe karşılamak gerekiyor.
Ancak bu karşı
duruşlarına, Aziz İslamı kılıf yapmaya çalışanlara ve mızraklarının ucuna Kur’an
ayetlerini asanlara da, Hz Ali'nin duruşuyla yaklaşmak gerekiyor:
“Onlara
kanmayın! Mızraklarının ucundaki haktır, ama mızraklarının davası batıldır.”