Kürdistan
coğrafyasına bir parça sükunet geleceğine dair güçlü umutlar vardı. Bir çok aşamanın
konuşularak aşılabileceğine dair, her gün yeni işaretler ortaya çıkıyordu. Ne
yazık ki, savaşan tarafların kullandığı hoyrat dil, yeşeren umutları yerle bir
etti. Dahası, kürdistan şehirleri belki de tarihte hiç olmadığı kadar yoğun bir
savaşın merkezi haline geldi, getirildi. Oldukça hassas ve ağır yürüyen sürecin
taraflarca iyi idare edilememesi sonucu, inşa edilen bütün aşamalar dehşet
verici bir şekilde imha edildi.
Anlaşmayı
başaramayan taraflar, savaşı şehir merkezlerine taşıyarak, bütün sivilleri
inanılmaz bir mağduriyet ve tehditle karşı karşıya getirdiler. Bugünlerde Cizre’de,
Silopi’de, Nusaybin’de, Dargeçit’te, Sur’da ve daha birçok merkezde çocuk,
kadın, yaşlı, hasta, kısacası bütün bir
halk, bütün imkânlardan mahrum olarak evlerinde,
bodrumlarında mahpus, silah seslerinin gölgesinde tedirgin bir şekilde yaşamaya
çalışıyor. Hendeklerle çevrilen şehirler, tarihinin en ağır ablukasıyla karşı
karşıya gelmiştir. Eylem tarzını belirlerken, Kürdistan halkını, halkın
hassasiyetlerini gözönünde bulundurmayan taraflar bu kötü durumdan aynı ölçüde
sorumludur. Hiçbir taraf diğerinden daha masum değildir. Hiçbir taraf şiddetin
çözüm üretemeyeceğinin farkına varmış değil.
Öyle
anlaşılıyor ki; her iki taraf ta savaşa devam etmeye karar vermiş ve her iki
taraf ta sivil kayıpları konusunda en ufak bir kaygı taşımıyor. Dahası taraflar
adına hareket eden kimilerinin sivil kayıplarından ve sivil mağduriyetlerinden
medet umduklarına dair ciddi iddialar da dolaşıyor ortalıkta.
Günlerdir
Kürdistan şehirlerinden, insanı dehşete düşüren görüntüler gelmeye, feryatlar
yükselmeye devam ediyor. Öldürülen bebeklerin, cesedi günlerce yol ortasında
kalan yaşlı kadınların, çocukların, büyüklerin, hastaların hikayeleri kimseyi
rahatsız etmiyor.
Savaşanlar,
hiçbir uyarıyı, hiçbir nasihatı dinlemiyorlar. Üstelik hepimizi taraf olmaya
çağırıyor, cürümlerine ortak etmeye çalışıyorlar. Her biri, karşı tarafın
taşkınlıkları üzerinden hassasiyetlerimizi kaşıyarak, bizi taraf olmaya
zorluyor.
Oysa
bu mücadele biçimi de, bu müdahale
biçimi de meşru değildir. Konuşabilmenin bütün imkânlarının sonuna kadar
kullanılmadığı ortadadır. Tarafların iflah olmaz kibri, bu kirli savaşı
yaymaktan başka bir işe yaramıyor. Böyle bir ortamda adil şahitler olma
iddiasında olanlara düşen görev, hem örgütün hem devletin savaş ve yıkım
politikalarını, çözümsüzlüğü derinleştiren eylemlerini, sivil halkı mağdur eden
girişimlerini mahkum etmeye devam etmektir. Bilgiyi ve hikmeti merkeze alarak olumlu
ve yapıcı bir muhalefeti sürdürmektir. Savaşa taraf olmak değil, ateşe su
taşımaktır. Mağdur halkın daha fazla mağduriyetler yaşamaması için açılımlar
yapmaktır. Örgütü de devleti de uyarmaktır. İki taraf adına yapılan
taşkınlıkları mahkum etmektir.
Silahlı
örgütün, silahlı mücadele yürütmesini meşru gösterecek hiçbir talebinin
olmadığı ortadadır. Daha ötesi, savaşı şehirlere taşımasının, hiçbir gerekçesi
de yoktur. Yüz yıldır mağduriyetin her türünü yaşayan bir halkı topyekün yeni
mağduriyetlerle karşı karşıya getirecek bir stratejinin hiç bir açıklaması
yoktur. Daha önce sistematik olarak göçe zorlanan halkı, yeni bir göç dalgasına
mecbur etmenin Kürdistani hassasiyetle açıklanabilecek bir yanı yoktur.
Kürdistan
sokaklarında hendekler kazarak, mayınlar tuzaklayarak sürdürülen gerilimin
Kürdistanlılara ölüm, acı ve yıkım getirmesinin ötesinde bir sonucu yoktur,
olmayacaktır. Adına “Öz Yönetim” denilen yeni yöntemin, Kürdistana daha fazla
özgürlük getirmeyeceği, acıları derinleştireceği görülmelidir. Bu tarzın
Kürdistan gerçeği ile örtüşen bir yanı yoktur.
Cizre’de
Silopi’de Nusaybin’de, hendeklerle çevrilen herhangi bir yerde, iki gün halk
arasında yaşamaya gücü ve cesareti olmayan, Türk Solu’ndan ithal eski tüfek kimi
marksistlerin hendek siyasetini yüceltici sözleri ciddiye alınmamalıdır. Söz
konusu şahıslar bir yandan; “Kürtler
devlet kurmamalıdır, bunun Kürtlere ve bölgeye bir yararı olmayacaktır” diyerek
Kürtlerin akıllarıyla dalga geçiyorlar, diğer yandan, direnişe dair ağdalı bir dil ile hendek
siyasetini alkışlayarak yeni acılara sebep oluyorlar. Kürt Halkının enerjisinin,
bu üç-beş eski militanın fantezileri için heba edilmesine fırsat
verilmemelidir. Kendi mahallelerinde hiç alıcısı kalmayan şaibeli marjinallerin,
Kemalistlerle elbirliği yaparak Kürdistan sokaklarında daha fazla yıkıma ortam
hazırlamalarının önü kesilmelidir. Bu zevatın, daha fazla Kürdistan halkının
acılarıyla ve hassasiyetleriyle oynamasına fırsat verilmemelidir.
Diğer
taraftan, örgütün savaş politikalarının faturasını bütün bir halka kesmeye
yeminli devlet mantığının durudurulması
gerekmektedir. Hiçbir eylem, devletin sivil halkı mağdur etmesinin gerekçesi
olamaz. Devlet iddiasındaki bir yapının bir çatışma ortamında birincil görevi,
sivil halkı korumaktır. Mağdur olmasına engel olmaktır.
Devletin
kendisinden kaynaklı zaafiyetlerin ortaya çıkardağı de facto durumları, halkı
yok sayarak düzeltmeye çalışması kabul edilemez. Eğer bir bebek öldürülüyorsa,
eğer bir yaşlı kadın sokak ortasında öldürülüyor ve cesedi günlerce oradan
kaldırılamıyorsa, kurşunun kimden geldiği önemli değildir. Birincil sorumlu
buna müsaade eden, bu süreci sivil halkın aleyhine işleten, güvenlik ve
asayişin sorumluluğunu üzerine alan ve paylaşmamak için her eyleme girişen
devletin kendisidir. Süreci iyi yönetemeyen bir devlet, sürecin getirilerinden
sorumludur. Sorumluluğun dillendirilmemesi, yada görmezden gelinmesi bu sonucu
değiştirmemektedir. Devletin, sivil halkın mağduriyeti için üretebileceği bir
gerekçe yoktur.
Eğer
devlet iseniz, “Halkım” dediğiniz insanları mağdur etmeyecek politikalar
üretmek, ve gerekli tedbirleri almak zorundasınız. Devletler bunun için vardır.
Birilerinin eylemleri üzerinden halkı mağdur etmenin bir açıklaması olamaz.
Devlet, sivil bir vatandaşının zarar görebileceği bir duruma katkı sağlayamaz.
Sokak ortasında bir vatandaşının vurulmasına ortam hazırlayamaz. Vurulan bir
sivilin, cesedinin orta yerde kalmasına müsaade edemez. Bunu hiçbir vicdan,
hiçbir inanç, hiçbir mantık kabul etmez. Bu duruma hiçbir mazeret ürtetilemez.
Eğer
yaşı ilerlemiş bir kadının cesedi günlerce orta yerde kalıyorsa, bunun hesabını
öncelikle devletin vermesi gerekmektedir. Eğer bir sivilin cesedine sahip
çıkamıyorsanız zaten orada varlığınızı kaybetmişsiniz demektir. Beylik laflarla
durumu geçiştiremezsiniz. Bizler de bu duruma razı olmayacağız.
Örgütün
ve Devletin çelişkilerini dillendirmeye
devam edeceğiz, devam etmeliyiz. Gerek örgütün, gerek devletin çözümsüzlüğü
derinleştirecek her adımına karşı, uyarıda bulunmaya devam etmeliyiz. Bu savaş
konseptine asla teslim olmamalıyız. Sorunun çözümüne ve akan kanın durmasına,
mağduriyetlerin giderilmesine yönelik atılacak her adıma, kimden geldiğine
bakmadan destek vermeliyiz, başarabilirsek katkı sunmalıyız. Yarayı
derinleştirecek her adıma kimden geldiğine bakmadan karşı durmalıyız, başarabilirsek
engel olmalıyız.
Bütün
tahriklere rağmen acıyan yüreklerin artmasına katkı sağlamamalıyız, katkı
sağlamayacağız. Bu kirli savaşa taraf olmamalıyız, taraf olmayacağız.
Ya
kendimiz kalacağız, ya yok olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder