Kuzey
Kürdistan’da, hayata Müslümanca bakan çevreler açısından sosyal hayatın her
alanında mevcut olan temsiliyet sorunu bir türlü aşılamıyor. Bu nedenle de, her
gün dozunu gittikçe artıran can yakıcı olaylara müdahale imkânı oluşmuyor.
Sağlıklı bir üst yapı ortaya çıkarmak amacıyla bir çok çaba ortaya
konulmuşsa da bugüne kadar elle tutulur bir oluşum ortaya çıkarılabilmiş
değildir. Kimi girişimler, ya henüz yolun başında iken akamete uğramış, ya da
yola çıktıktan bir süre sonra başka yapıların güdümüne girerek, kendilerine
bağlanan umutları tüketmişlerdir.
Bölgenin
son zamanlarda yaşadığı trajediden de anlaşıldığı gibi; her alanda kökleri
bölgede olan, gizli ajandaları olmayan, mütedeyyin çevrelerin etkin hareket
edebileceği, kucaklayıcı ve örgütlü yeni yapılara ihtiyaç var. Bu
ihtiyacın bir an önce giderilmesi gerekiyor. Dahası Kürdistan siyasetinin içine
düştüğü çıkmazın aşılması ve viraneye dönmüş günlük hayatın yeniden
normalleşme sürecine girmesi için inisiyatif alınmalıdır. Organize
çalışmalarla, günlük hayata yansıyan olumsuzluklara müdahale edilmelidir.
Bu
coğrafya, belkide tarihinin en ağır, en zorlu günlerini yaşıyor. Şehirler yerle
bir edilirken, insanlar can havliyle yuvalarını terk etmek durumunda kalıyor.
Bir yanda ideolojik saplantılarıyla savaşı yuvaların içine çekmekten çekinmeyen
bir örgütün, diğer yanda devletin klasik reflekslerini hayata geçiren müdahil
güçlerin marifetiyle, onarılmaz yıkımlar yaşanıyor. Ne yazık ki; böyle
bir ortamda bile hayata Müslümanca bakan çevrelerin kendi namına
söyleyebilecekleri üç-beş cümleden, ortaya koyabilecekleri organize bir
tavırdan söz edemiyoruz.
Hal
böyle olunca da, eli kalem tutan, zihni fikir üreten münevverlerimizin, emeği
hayata hayat katan gönlü geniş fedakarlarımızın bütün emekleri “başkalarının”
hanesine yazılmaya, ikincil alanlarda tüketilmeye devam ediyor.
Bölge,
sivil toplum tecrübesi olarak ciddi bir birikime sahip olmasına rağmen, var
olan örgütler, yeterince “yerli” olamadıkları ve kendilerine dar kalıplar
oluşturdukları için her gün yeni sorunlarla karşılaşmaktadır. Olağanüstü
acıların yaşandığı, insanların yersiz yurtsuz kaldığı bu günlerde bile,
mütedeyyin yapıların sağlıklı bilgi üretebilecekleri bir enformasyon ağına
sahip olmadıkları görülüyor. Aynı şekilde, her türlü yaşamsal malzemeye ihtiyaç
hisseden mağdurların yardımına koşacak bir yardım kurumundan da söz edemiyoruz.
Hakeza siyasi gelişmeleri yorumlayabilecek ve inisiyatif alabilecek
örgüt-cemaat-hizip mantığından bağımsız bir üst siyasi yapı da oluşturulabilmiş
değil.
Bu
kadar edilgen yapıların bölgenin geleceğini şekillendirmede söz sahibi olması
beklenmemelidir. Bu kadar yoksun ve etkisiz olan yapıların sayısal olarak
var olmaları ya da olmamaları arasında bir fark yoktur.
Cizre’nin,
Sur’un, Silopi’nin, İdil’in, Nusaybin’in ve daha bir çok yerin yaşadığı
trajediyi sadece savaşan taraflar üzerinden yorumlayıp, kenara çekilmek
sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey olmasa gerek. Şehirleri, insanları,
onları felakete sürükleyen her iki gücün insafına bırakmanın bir
gerekçesi yoktur.
Benzer
şekilde sivil toplum adına yapılabilecekleri, İstanbul merkezli kimi küresel
kurumların “pragmatist vicdanlarına” bırakmanın hiçbir açıklaması olamaz.
Görülüyor ki; dünyanın dört bir yanındaki ihtiyaç sahipleri için seferber olan
söz konusu kuruluşların, Cizre’nin, Sur’un, İdil’in Silopi’nin mağdurları için
kayda değer bir projeleri yok. Evlerini can havliyle terk edip civar köy ve
ilçelere sığınanlar için doyurucu bir çalışma yapma gereği duymadıkları da
ortadadır. Mağdur halkın, bu kurumların adeta “ dostlar alışverişte
görsün” tarzı etkinliklerine muhtaç halde bırakılmasının bir açıklaması yoktur.
Bugüne kadar İstanbul merkezli yapıların gölgesinde heba edilen enerjinin,
bölgeye, bölge insanına, bölgedeki sorunların çözümüne bir katkısının olmadığı,
olmayacağı görülmelidir.
Aynı
şekilde, bölgeden sağlıklı, vicdanlı haberler almak için , savaşan tarafların,
yanlı yayınlarına bağımlı kalmanın da bir izahı yoktur. Her iki tarafın da
mağduriyetler üzerinden “rant” devşirdiği, her acının taraflar açısından ancak
bir “meta” değeri taşıdığı görülüyor.
Kuzey
Kürdistan’da iddia sahibi ve hayata Müslümanca bakan çevrelerin, sorumluluk
hissi taşıyanların bir an önce, her alanda inisiyatif almak için programlı
yoğun ve aşamalı çabalara yönelmesi gerekiyor.
Bu
anlamda; iletişim imkanlarından en iyi şekilde yararlanabilmek için haber,
yorum ve fikir üretebilen profesyonel internet sayfalarının sayısı çoğaltılmalı,
sağlıklı bir haber ağı oluşturulmalıdır. Mümkün olan en kısa zamanda günlük
veya haftalık bir basılı yayın, bir gazete imkanı sağlanmalıdır. Çatışmacı
yaklaşımlardan uzak, bireysel ve grupsal ikbal hesapları yapmayacak, ilkeli,
özgür ve özgün bir siyasi yapının temelleri atılmalıdır. Bu siyasi yapıdan
kasıt, kimi yapılara rakip bir parti/oluşum ortaya çıkarmak değildir. Asıl
maksat, güncel politik tartışmalardan uzak, Kuzey Kürdistan’ın kronikleşen
problemlerinin çözümü için çaba sarf edecek, donanımlı ve yerli bir yapının
ortaya çıkarılmasıdır.
Bölgenin,
bölge meselelerinin başka merkezlerdeki kuruluşlar için kayda değer bir
öneminin olmadığı, olmayacağı görülmelidir. Bölge merkezli yapılar “kendi
göbeğini kesebilme” becerisini gösterebilmelidir. Bir şekilde bölge ile
ilişkili her birey, her oluşum, kişisel ve cemaatsel çıkar ve hesaplardan uzak,
sorumluluk bilinciyle, elini taşın altına koyabilmelidir. Olayların
seyrinde, coğrafyanın ve tahribata uğramış insanlarının her yönüyle yeniden
inşâsında söz sahibi olma sorumluluğu her birimizin omuzundadır.
Şu
açıkça görülmelidir ki; zamanında inisiyatif alınabilseydi bu kadar trajedi
yaşanmayabilirdi. En azından sonuçlar bu kadar ağır olmayabilirdi. Sivil halk
bu kadar ağır acıyla, bu kadar ağır mağduriyetle mücadele etmek zorunda
kalmayabilirdi.
Kürdistan
Coğrafyasının gittikçe çetrefilleşen sorunları, kısa bir süre içinde
nihai bir çözüme kavuşacak gibi görünmüyor. Sağlıklı, nitelikli, birikimli,
derinlikli, uzun soluklu, ufku açık çabalar ortaya koymak gerekiyor. Güçlü ve
kalıcı yapılar ortaya çıkarabilmeyi, yeni sözler söyleyebilmeyi, halkı
rehabilite edecek adımlar atabilmeyi başarabilmeliyiz.
Mevcut
aktörler için bir “meta” görevi gören bölge halkının, temel insani yaşam
standardına ulaşması için en büyük sorumluluk şüphesiz ki; farkındalığı yüksek
olanların omuzundadır, hepimizin omuzundadır. Eğer bu sorumluluğu yüklenip
gereğini yapamazsak, hepimiz, her gün yeni bedeller ödemeye devam
edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder