4 Mart 2016 Cuma

Özgün Çabalar Gerek


Kuzey Kürdistan’da, hayata Müslümanca bakan çevreler açısından sosyal hayatın her alanında mevcut olan temsiliyet sorunu bir türlü aşılamıyor. Bu nedenle de, her gün dozunu gittikçe artıran can yakıcı olaylara müdahale imkânı oluşmuyor.  Sağlıklı bir üst yapı ortaya çıkarmak amacıyla bir çok çaba ortaya konulmuşsa da bugüne kadar elle tutulur bir oluşum ortaya çıkarılabilmiş değildir. Kimi girişimler, ya henüz yolun başında iken akamete uğramış, ya da yola çıktıktan bir süre sonra başka yapıların güdümüne girerek, kendilerine bağlanan umutları tüketmişlerdir.

Bölgenin son zamanlarda yaşadığı trajediden de anlaşıldığı gibi; her alanda kökleri bölgede olan, gizli ajandaları olmayan, mütedeyyin çevrelerin etkin hareket edebileceği, kucaklayıcı ve  örgütlü yeni yapılara ihtiyaç var. Bu ihtiyacın bir an önce giderilmesi gerekiyor. Dahası Kürdistan siyasetinin içine düştüğü çıkmazın aşılması ve viraneye dönmüş  günlük hayatın yeniden normalleşme sürecine girmesi için inisiyatif alınmalıdır. Organize çalışmalarla, günlük hayata yansıyan olumsuzluklara müdahale edilmelidir.

Bu coğrafya, belkide tarihinin en ağır, en zorlu günlerini yaşıyor. Şehirler yerle bir edilirken, insanlar can havliyle yuvalarını terk etmek durumunda kalıyor. Bir yanda ideolojik saplantılarıyla savaşı yuvaların içine çekmekten çekinmeyen bir örgütün, diğer yanda devletin klasik reflekslerini hayata geçiren müdahil güçlerin marifetiyle, onarılmaz  yıkımlar yaşanıyor. Ne yazık ki; böyle bir ortamda bile hayata Müslümanca bakan çevrelerin kendi namına söyleyebilecekleri üç-beş cümleden, ortaya koyabilecekleri organize bir tavırdan söz edemiyoruz.

Hal böyle olunca da, eli kalem tutan, zihni fikir üreten münevverlerimizin, emeği hayata hayat katan gönlü geniş fedakarlarımızın bütün emekleri “başkalarının” hanesine yazılmaya, ikincil alanlarda tüketilmeye devam ediyor.

Bölge, sivil toplum tecrübesi olarak ciddi bir birikime sahip olmasına rağmen, var olan örgütler, yeterince “yerli” olamadıkları ve kendilerine dar kalıplar oluşturdukları için her gün yeni sorunlarla karşılaşmaktadır. Olağanüstü acıların yaşandığı, insanların yersiz yurtsuz kaldığı bu günlerde bile,  mütedeyyin yapıların sağlıklı bilgi üretebilecekleri bir enformasyon ağına sahip olmadıkları görülüyor. Aynı şekilde, her türlü yaşamsal malzemeye ihtiyaç hisseden mağdurların yardımına koşacak bir yardım kurumundan da söz edemiyoruz. Hakeza siyasi gelişmeleri yorumlayabilecek ve inisiyatif alabilecek örgüt-cemaat-hizip mantığından bağımsız bir üst siyasi yapı da oluşturulabilmiş değil.

Bu kadar edilgen yapıların bölgenin geleceğini şekillendirmede söz sahibi olması beklenmemelidir.  Bu kadar yoksun ve etkisiz olan yapıların sayısal olarak var olmaları ya da olmamaları arasında bir fark yoktur.

Cizre’nin, Sur’un, Silopi’nin, İdil’in, Nusaybin’in ve daha bir çok yerin yaşadığı trajediyi sadece savaşan taraflar üzerinden yorumlayıp, kenara çekilmek sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey olmasa gerek. Şehirleri, insanları, onları  felakete sürükleyen her iki gücün insafına bırakmanın bir gerekçesi yoktur.

Benzer şekilde sivil toplum adına yapılabilecekleri, İstanbul merkezli kimi küresel kurumların “pragmatist vicdanlarına” bırakmanın hiçbir açıklaması olamaz. Görülüyor ki; dünyanın dört bir yanındaki ihtiyaç sahipleri için seferber olan söz konusu kuruluşların, Cizre’nin, Sur’un, İdil’in Silopi’nin mağdurları için kayda değer bir projeleri yok. Evlerini can havliyle terk edip civar köy ve ilçelere sığınanlar için doyurucu bir çalışma yapma gereği duymadıkları da ortadadır.  Mağdur halkın, bu kurumların adeta “ dostlar alışverişte görsün” tarzı etkinliklerine muhtaç halde bırakılmasının bir açıklaması yoktur. Bugüne kadar İstanbul merkezli yapıların gölgesinde heba edilen enerjinin, bölgeye, bölge insanına, bölgedeki sorunların çözümüne bir katkısının olmadığı, olmayacağı görülmelidir.

Aynı şekilde, bölgeden sağlıklı, vicdanlı haberler almak için , savaşan tarafların, yanlı yayınlarına bağımlı kalmanın da bir izahı yoktur. Her iki tarafın da mağduriyetler üzerinden “rant” devşirdiği, her acının taraflar açısından ancak bir “meta” değeri taşıdığı görülüyor.

Kuzey Kürdistan’da iddia sahibi ve hayata Müslümanca bakan çevrelerin, sorumluluk hissi taşıyanların bir an önce, her alanda inisiyatif almak için programlı yoğun ve aşamalı çabalara yönelmesi gerekiyor.

Bu anlamda; iletişim imkanlarından en iyi şekilde yararlanabilmek için haber, yorum ve fikir üretebilen profesyonel internet sayfalarının sayısı çoğaltılmalı, sağlıklı bir haber ağı oluşturulmalıdır. Mümkün olan en kısa zamanda günlük veya haftalık bir basılı yayın, bir gazete imkanı sağlanmalıdır. Çatışmacı yaklaşımlardan uzak, bireysel ve grupsal ikbal hesapları yapmayacak, ilkeli, özgür ve özgün bir siyasi yapının temelleri atılmalıdır. Bu siyasi yapıdan kasıt, kimi yapılara rakip bir parti/oluşum ortaya çıkarmak değildir. Asıl maksat, güncel politik tartışmalardan uzak, Kuzey Kürdistan’ın kronikleşen problemlerinin çözümü için çaba sarf edecek, donanımlı ve yerli bir yapının ortaya çıkarılmasıdır.

Bölgenin, bölge meselelerinin başka merkezlerdeki kuruluşlar için kayda değer bir öneminin olmadığı, olmayacağı görülmelidir. Bölge merkezli yapılar “kendi göbeğini kesebilme” becerisini gösterebilmelidir. Bir şekilde bölge ile ilişkili her birey, her oluşum, kişisel ve cemaatsel çıkar ve hesaplardan uzak, sorumluluk bilinciyle, elini taşın altına koyabilmelidir.  Olayların seyrinde, coğrafyanın ve tahribata uğramış insanlarının her yönüyle yeniden inşâsında söz sahibi olma sorumluluğu her birimizin omuzundadır.

Şu açıkça görülmelidir ki; zamanında inisiyatif alınabilseydi bu kadar trajedi yaşanmayabilirdi. En azından sonuçlar bu kadar ağır olmayabilirdi. Sivil halk bu kadar ağır acıyla, bu kadar ağır mağduriyetle mücadele etmek zorunda kalmayabilirdi.

Kürdistan Coğrafyasının  gittikçe çetrefilleşen sorunları, kısa bir süre içinde nihai bir çözüme kavuşacak gibi görünmüyor. Sağlıklı, nitelikli, birikimli, derinlikli, uzun soluklu, ufku açık çabalar ortaya koymak gerekiyor. Güçlü ve kalıcı yapılar ortaya çıkarabilmeyi, yeni sözler söyleyebilmeyi, halkı rehabilite edecek adımlar atabilmeyi başarabilmeliyiz.
Mevcut aktörler için bir “meta” görevi gören bölge halkının, temel insani yaşam standardına ulaşması için en büyük sorumluluk şüphesiz ki; farkındalığı yüksek olanların omuzundadır, hepimizin omuzundadır. Eğer bu sorumluluğu yüklenip  gereğini yapamazsak, hepimiz, her gün yeni bedeller ödemeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder