26 Ekim 2014 Pazar

Haddini Bilen Direniş Kutsaldır

Tarih boyunca İslam Coğrafyası içten ve dıştan birçok müdahaleyle, kültürel ve düşünsel birçok yıkımla karşı karşıya kaldı.  Bu süreçlerde tarifi imkânsız acılar yaşandı. Bir açıdan coğrafyalarımızın tarihi, yıkımlar ve direnişler tarihidir. Ancak denilebilir ki; bu saldırıların hiç biri, bugünlerde ortaya çıkan “iç” müdahale kadar acı ve yıkım getirmedi. Şimdiki saldırının getirilerinin ağırlığı, boyutundan çok, yapılanların Aziz İslam’a mal edilmesinden kaynaklanmaktadır.
     11 Eylül eylemlerinden çok önce coğrafyalarımızda daha çok mezhepçi mülahazalarla başlayan, söz konusu tarih itibariyle de küresel boyut kazanan acımasız ve kontrolsüz bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreçte Ortadoğu’daki kargaşanın da etkisiyle kendilerine yeni alanlar açan kimi gruplar tarafından ilgili ilgisiz birçok yerde bombalar patlatılmakta, masum insanların canına ve malına zarar verilmektedir. Sayısı her gün artan, ufukları dar ve derinlikten yoksun örgütler, şiddeti bir mücadele biçimi seçerek her tarafa saldırıyorlar. Aziz İslam’ı kılıçlarının ucuna takarak, insanları modern iletişim cihazları eşliğinde ilkel ve acımasız yöntemlerle katlediyorlar. İslam Coğrafyasının kadim halklarının topraklarını terk etmelerine neden oluyorlar. Farklı din ve mezhep mensuplarına tarifi imkânsız acılar yaşatıyorlar. Bu örgüt ve gruplar gittikleri her yere kan, gözyaşı, acı ve mağduriyet taşımaktadırlar. Dar mezhepsel argümanlarla hareket eden bu yapıların, Aziz İslam’ın pak tarihine leke sürmekten ve kalıcı yaralar açmaktan başka bir getirisi bulunmamaktadır.
     Bu karanlık örgütlerin, büyüyüp palazlanmasına bir şekilde ortam hazırlayan, emperyalist çevrelerin katliamlarını ve zulümlerini işaret ederek bu yapıları sürekli temize çıkaran “yerli İslamcı” çevrelerin tavrı ise bir basiretsizlik ve adaletsizlik göstergesidir. “Kutsal yoksunu”, İslami ahlak ve basiretten mahrum bu örgütlerden hâlâ medet uman kimi çevreler, gittikçe mezhepçi politikaların esiri oluyorlar. Kendilerini söz konusu yapıları savunmak zorunda hissedenler, İslam’ın inceliğinden yoksun bu ölüm makinelerinin İslam’a ve bölge halklarına bir katkısı olmadığını anlamakta zorluk çekiyorlar. İslam adına yapılan taşkınlıkları “ önemsiz hatalar” olarak görme yanılgısını aşamıyorlar.
     Hikmetten, incelikten, İslami terbiyeden uzak, yalnızca öldürmeye ve korku salmaya ayarlı bir anlayışı sadece sorunlu olarak ifade etmek, bu affedilemez suçu hafife almaktır. Dünya emperyalizminin zulümlerinden yola çıkarak, bölgenin mazlum ve mağdur halklarını yeni mağduriyetlerle karşı karşıya bırakmanın açıklanabilir hiçbir tarafı, savunulabilir hiçbir adımı yoktur. Yeni bir haricilik akımını içselleştirmemiz, hoş görmemiz beklenmemelidir. Aziz İslam’ın, hakkı gözetmeyen eylemlerden berî olduğunu yüksek sesle dillendirmek gerekmektedir. Coğrafya hâkimiyeti uğruna insanı, insani değerleri hiçe sayan, yüreği kaynaştırılacak olanları uzaklaştıran bir anlayışı İslam’a mal etmek, Aziz İslam’a iftira etmektir. Selef-i Salih’ine ihanettir. Bu iftirayı tel’ in etmek, bu ihaneti ortaya çıkarmak bir sorumluluk olarak görülmelidir.
     Hakk’a ve hakikate rağmen yapılan eylemleri de, halkı hedef alma ihtimali olan her türlü şiddeti de açık yüreklilikle kınamak zorundayız. Sokak taşkınlıklarıyla ilgisiz insanların canını yakarak, yaralayarak, öldürerek vahşet görüntülerine sebep olanları da, Aziz İslam’ı mızraklarının ucuna takarak vahşet görüntülerine sebep olanları da reddetmek, benzer durumların yeniden yaşanmasına engel olmak için çırpınmak, her birimizin sorumluluğundadır.
     Müslümanca bir direnişin ana ilkelerini göz ardı eden, İnsani ve dolayısıyla İslami değer yargılarını hiçe sayan hiçbir yapının değeri yoktur. Mezheplerini kutsayan, bugünün yerel ve evrensel gerçekliklerine dair tek cümlesi olmayan, şiddeti, ölmeyi ve öldürmeyi bir mücadele biçimi gören mekanikleşmiş yapıların bu coğrafyanın özlemlerini gidermeleri mümkün değildir. Bu yapıların deşifre edilerek dışlanması, öncelikle Aziz İslam’ın lekelenmemesi için önemlidir. Bu nedenle de söylemleri ne olursa olsun, masum insanları mağdur eden bütün yapılar ve etkinlikler tel’ in edilmelidir. Zalimin de mazlumun da kimliği ile ilgilenmeden, ortaya konan eylem üzerinden tavır geliştirmek gerekmektedir. İslam adına önüne gelen yerde bombalar patlatarak, kadınları ve kızları cariye yaparak,  insanları korkutup göçe zorlayarak direnişte bulunduğunu iddia edenler mahkûm edilmeli, bu yaklaşım tarzı reddedilmelidir. Aynı şekilde bu zulme karşı sokağa çıktıklarını iddia ederek taşkınlık yapan, masum insanları acımasızca öldüren, fırsattan istifade İslam’a ve Müslümanlara saldıran sokak çetelerine de aynı tepkiyi göstermek gerekmektedir. Zulme itirazın bu şekilde yapılamayacağı, hak aramanın kendine özgü bir ahlakının olduğu net bir şekilde ifade edilmelidir. Direniş ahlakının her kesim için zorunlu olduğu unutulmamalıdır. Bir isyan ahlakı geliştiremeyen, isyan kültürü oluşturamayan yapıların sadece felaket getireceği göz ardı edilmemelidir. Zulmün olduğu yerde itiraz da olacaktır. Ancak kime karşı ve nasıl itiraz edileceği basiret meselesidir. Zalimin acısını ilgisiz halktan çıkarmaya çalışmak bir itiraz biçimi değildir. İtiraz geliştirirken taşkınlık yapmak ve hedef gözetmemek direniş değildir.
     Direniş kendi başına kutsal bir eylemdir. Peygamberler ve Şanlı Önderler tarafından övülen, bütün zorlu dönemeçlerde elleri öpülesi kahramanları destanlaştıran müstesna bir eylemdir. Bütün kahramanların direnirken bir yandan da nasıl hakkı gözettiklerini, zulmü ve zalimi hedeflerken, halkı ve masumları nasıl koruduklarını, zaferleri nasıl tevazu ile karşıladıklarını, kutsal direnişin leke görmemesi için nasıl çırpındıklarını tarihin altın sayfalarından öğreniyoruz.
     Direnişleri destanlaştıran, dünya tarihine yön vermelerini sağlayan, yağmalar ve dehşet görüntüleri değildir. İnsanlık tarihinde ve zihninde devrim yapan direnişler, kutsalı olan direnişlerdir. Yüreklerde şanlı devrimler gerçekleştirenler, mücadele ederken hakkı gözeten yiğitlerdir.  Övülen Mücadeleler, had bildirirken haddini bilenlerin mücadeleleridir.
     Bunun bilincinde olmak, buna göre tavır almak adil şahitler olmanın gereğidir. Tarihe mal olmuş direniş destanlarına yenilerini eklemenin de, bireysel ve toplumsal kurtuluşun da yolu adil şahitler olmayı başarmaktan geçmektedir.