Ulus Devlet projesinin en kötü örneklerinden biri olan Türkiye’de egemen güçler değişse de sistemin köklerine kazınan duygu, beyin damarlarına işlenen mantık değişmemektedir. Dönemlerin değişmesi, iktidarların el değiştirmesi, hatta ciddi sanılan muhaliflerin iş başına gelmesi bile ana paradigmayı etkilememekte, bir zihinsel değişim gerçekleşmemektedir. Değişen tek şey; sistemin kutsallarını yüceltmek için üretilen gerekçeler ve bu kutsalları korumak için kullanılan literatürlerdir. Modern ulus devleti yönetmek için iş başına gelenler, sistemi bütün kokuşmuş kurumlarıyla, bütün sahte kutsallarıyla, bütün gerici, yoz hassasiyetleriyle koruma görevlerini büyük bir huşu ile yapmaktadırlar. Bu anlamda Kemalistlerin, faşist duygular taşıyanların, ya da muhafazakâr çevrelerin, iktidarda iken gösterdikleri refleksler ne yazık ki çok büyük benzerlikler göstermektedir. Kemalist bir siyasi yapı klasik laiklik ve ilericilik ifadelerini kullanarak sistemin ana ilkelerini kutsarken, Milliyetçi reflekslerle iş başına gelen çevreler, şanlı tarih, necip millet, kutsal devlet sloganlarıyla aynı hassasiyeti göstermektedirler.
Ne gariptir ki; dünün İslamcılığından bugünün muhafazakârlığına evrilen yeni iktidar sahipleri de, köhnemiş sistemi kurtarmak, yeniden umut olmasını sağlamak ve dahası, sistemin işlediği bütün günahları tekrar edebilmesinin önünü açabilecek kanallara hayat vermek için İslami literatürü kullanmaktan çekinmiyorlar. Söz konusu iktidar sahipleri; özellikle Kürt meselesi, Kürt Halkının temel hakları söz konusu olduğunda, Laik Devletin üniter yapısını korumak adına İslami söylemleri devreye sokabiliyorlar.
Muhafazakâr iktidar sahipleri, bir yandan bir kısım Kürtlerin geçmişte veya günümüzde bağlı oldukları inanç sistemlerini, Zerdüştlüğü ve Yezidiliği kötülerken, durdukları yerin, yücelttikleri devletin, katı Laik bir sistemler bütünü olmasından rahatsız görünmüyorlar. Diğer yandan da Kürtlerin sistem içi çözüm arayışlarının bir parçası olan anadilde eğitim gibi taleplerini, şeytanın vesvesesi olarak ilan ederken, kurtarıcılığına soyundukları sistemin, ne denli zulümlere imza attığını ne denli şeytanın vesveselerine teslim olduğunu görmezden geliyorlar.
Zihinsel kölelik yaşayanlar, geçirdikleri değişime uğramayanları aşağılayarak, kuruldukları merkezde kalıcı olmanın hesaplarını yapabiliyorlar. Zihinlerini, yıllarca düşman bildikleri sisteme teslim edenler, muhalefet dilini kullanan herkesi, ihanetle, bozgunculukla, şeytana uymakla suçlayabiliyorlar. Bir yandan laik düzenlerini her yerde överken, diğer yandan da, farklı inançlara hakaret edebiliyorlar.
Bilinmesi gerekir ki; laik bir sistemin penceresinden inançlara bakmak, inançları tasnif etmek, övmek ya da yermek, Müslümanca bir davranış değildir. Aynı şekilde bilinmelidir ki; anadili özgürce kullanmayı talep etmek, Şeytana uymak değil bir İlahi vergiyi talep etmektir. Anadilde eğitimi talep etmek, onuruna sahip çıkmaktır. Aidiyetlerine sahip çıkmaktır. Asıl Şeytani olan, şeytana uymanın sonucu olan, katı Ulus Devlet normlarında ısrar etmektir. Bir halkın öz değerlerine kısıtlama getirme hakkını kendinde görmek, Şeytanın kibirli mantığını örnek almaktır. Kendini üstün görmektir. Dünyanın her neresinde olursa olsun, bir İlahi bağışı yasaklamak, engellemek, kısıtlamak zulümdür. Zulüm ise şeytanidir, Şeytana uymaktır.
İslami kavramların bu denli pervasızca kullanılmasına, heva ve heveslerin kontrolüne verilmesine, İslami hassasiyeti olduğu düşünülen çevrelerin tepkisiz kalması, gerekli ve yeterli itirazların geliştirilmemesi, üzerinde durulması gereken acı bir durumdur. Unutulmamalıdır ki; İslam’a ait kavramların tersyüz edilmesine sessiz kalanlar, ağır vebalden kurtulamayacaklardır. Aziz İslam’a ait söylemlerin, laik sistemin bekası için, apaçık olan zulümlerin devamı için kullanılmasından rahatsız olmayan Müslüman çevrelerin, güvenilirliği, samimiyeti ve hatta söylemlerinin arka planı sorgulanmaya açıktır. İslam fıkhını, yanlış bir temel üzerinde yükseltilen bir yapının, bir Modern putperest devletin, bir zulümler sisteminin hassasiyetlerinin hizmetine koyan, birer saray fetvacısı konumuna düşen danışman “âlimlerin”, güvenilirliği, saygıdeğerliği, şahitliği tartışmalı hale gelmektedir.
Münevver olanlara, bilge olanlara düşen görev; bu dile, bu yaklaşım tarzına karşı çıkmaktır. Bu dilin yanlış olduğunu, zalimce olduğunu, şeytana uymak olduğunu ifade etmenin yollarını bulmaktır. Yüce değerlerin, köhnemiş bir sistemin bekası için metalaştırılmasına engel olmak gerekmektedir. İslami dilin haysiyetinin; üniter, laik, Ulus Devletin bekasına adanmış “Muhafazakâr Demokrat” çevrelerin vicdanına teslim edilmemesi gerekmektedir. Barış dininin, onur dininin, adalet dininin, sahte kutsalları kurtarma maskesi yapılmasına izin vermemek gerekmektedir. Kürt’leri İslam ile vurma projesinin karşısına dikilmenin, herkesten önce İslami hassasiyeti olanların görevi olduğu göz ardı edilmemelidir.
Aziz İslam’ın hassasiyetlerini, Ulus Devletin hassasiyetlerine dönüştürme projesini, İslami kavramların seküler, Ulus Devletin hizmetine sunulması projesini ret ettiğimizi, bu dile teslim olmayacağımızı yüksek sesle dillendirmek durumundayız. Aziz İslam’ın bu zulüm ittifakından beri olduğunu göstermek zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder