Kürt meselesi, safları netleştirmeye, herkesin durduğu yeri belirlemeye devam ediyor. Mesele, sahiplerini buldukça, çözüm olanakları için ortamlar oluştukça, bu güne kadar sessizliği tercih edenler, gerçek düşüncelerini dillendirmeye başlıyorlar. Bütün kahredici zulümler karşısında, ”bekleyip görelim” tavrına sahip olanlar, eteklerinde gizledikleri taşları dökmeye yöneliyorlar. Şüphesiz ki bu durum, söylemlerin ya da sessizliklerin perde arkasını anlamamızı kolaylaştırıyor.
Altı asırlık saltanat devletini sahiplenenler, 100 yıllık modern ulusal saltanata, irili ufaklı onlarca aile devletlerine ses çıkarmayanlar, Kürtler adına göreceli rahatlama ihtimalleri ortaya çıktıkça ses vermeye, sözüm ona sorumluluklarını hatırlamaya başladılar.
Aziz İslam’ın çözüm getirici gücü, insanlığa rahmet oluşu, ne yazık ki, kendini ona nispet edenlerin bilerek ya da bilmeyerek ortaya koyduğu pratikler nedeniyle gölgeleniyor. Hor görülen toplumlara umut olması gereken kurtuluş dini, saraylı anlayışlara paralel yorumlarla, statükoların korunması için bir araca dönüştürülüyor.
Bu bağlamda son zamanlarda, Ümmetin bütün parçalanmışlığını, Ulus Devlet mantığının bütün günahını, bu konuda bu güne kadar hiçbir tecrübesi olmayan, bu bölünmüşlükte, bu dağılmışlıkta hiçbir payı olmayan Kürt Halkı’nın yorulmuş, ezilmiş omuzlarına yüklemeye çalışan, masa başı hocaefendilerinin serdettikleri görüşleri, fetvaları ortada dolaşıyor.
Savunmaya geçmenin, aslında ulus devlet modeline nasıl baktığımızı anlatmanın, sonra da lütfen bizi de görün pozisyonuna girmenin hiçbir mantığı yoktur. Hakeza Kürtlerin modern ulus devlet anlayışına prim verip vermediğini izah etmeye gerek yoktur. Zaten Kürtlerin gerçeklikleri ortadadır. Ayrıca mesele ulus devletleri, ulus devlet mantığını eleştirme meselesi olsaydı her birimizin söyleyeceği, katacağı bir şeyler mutlaka olacaktı. Konuşacaklarımız çok farklı şeyler olabilecekti. Ancak; mesele ulus devletlerin sebep olduğu kıyımları yaşayan bir halk olan Kürtlerin kurtuluş çabalarını, Aziz İslamin dilini kullanarak yaralamaya çalışmak olunca, bir Müslüman bilinci ve sorumluluğuyla bir karşı duruş gösterme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Bugüne kadar ulus devlet mantığına, Ulus devletlerin sebep olduğu zulümlere, kıyımlara tek bir fetva geliştiremeyenlerin, söz konusu Kürtler olduğunda, birbirlerinden feyiz alarak fetva yarışına giren hocaefendilerin, sözüm ona fakihlerin yaklaşımları, hem sorunlu hem de kışkırtıcıdır. Ben şahsen, sorunun çözümü için hiçbir katkısı olmayanların, Kürtlerin içinde yaşadıkları ulus devletlerde, Ulus devlet normlarına göre uğradıkları zulümlere, enfallere, katliamlara ses çıkarmayanların, Halepçeyi, Zilan’ı tarihe terk edenlerin, Roboski katliamı için tek cümle kuramayan sözde ümmetçilerin, en azından hicap ederek susmalarını beklerdim. Kürtlere insan pisliği yedirilirken, kadınlarının gözü önünde bütün bir köyün erkekleri anadan doğma soyulurken, bütün bir halk sadece dillerini konuştukları için akıl almaz zulümlere maruz kalırken, tatlı su İslamcılığı yapanların, başka coğrafyalardaki zulümler için kahramanlık yapan çevrelerin, Kürtlere Ulus Devlet ve Ulusalcılık dersi vermeden önce, biraz durup düşünmelerini, önce bir özür fermanı yayınlamalarını beklerdim.
Çok değerli fetva makamlarının ve sayın hocaefendilerin “bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” diyerek “tefrika savunulamaz” uyarısını Kürtlere değil, öncelikle bunca bölünmelere sebep olan modern ulus devlete, onu putlaştıran statükonun yeni sahiplerine, milliyetçi muhafazakarlara yapmaları gerekirdi. Misakı Milli sınırlarını kutsal sayan anlayışlara karşı tek bir fetva yayınlayamayan anlayışların, Kürtlerin farklı arayışlarına karşı da aynı şekilde sessiz kalmaları gerekmekteydi. Ahlaki olanı, İslami olanı buydu. Esas sorumluluk; güçlünün, hâkim olanın, aşırılıklarını kontrol altına almak ve yok etmektir. Zayıf olana haddini bildirmek, durumunu yorumlamak, ders vermek kolaydır. Efdal olan, çözüm getirici olan, güçlünün, müsebbibin, zalimin, esas bölücünün uyarılmasıdır, yola getirilmesidir. Tehlikenin büyüğü, ezilmişlerin çıkış yolları araması değil, ezenlerin, çaresiz bırakmasıdır. Bunu göremeyen bir İslam Uleması profili, her şeyden önce İslam ve Müslümanların geleceği adına üzüntü vericidir. Modern Ulus Devlete karşı ciddi bir söylem geliştiremeyenlerin, esaslı bir duruş sergileyemeyenlerin, vicdanlarını Kürtler üzerinden tatmin etmeye çalışmaları İslamın alternatifliği adına bir talihsizliktir. Bugünün dünyasına, bugünü dolduran cevaplar veremeyenlerin, hedef olarak Kürtleri seçmeleri de tıkanan alim profilinin vahametini göstermektedir.
Kahredici olanı ise bu yaklaşımların bir yandan muhafazakar çevrelerin milliyetçi tezlerine temel teşkil edeceği, diğer bir yandan da, Kürt meselesi mazlumlarını, Aziz İslama mesafeli eğilimlere karşı zayıf gösterebileceği gerçeğidir. Yani açıkçası Meselenin çözümü için taraf olması beklenen çevrelerin, bu duruşlarıyla, meselenin çok yönlü, içinden çıkılmaz bir noktaya gelmesine sebep olacakları ortadadır. Bu durum bile Müslüman Alimin ferasetinin önemini hatırlatırken, ortaya atılan görüşlerin geçersizliğini, İslami metodoloji açısından sorunlu olduğunu göstermektedir. Ancak öyle anlaşılıyor ki; pek muhterem zatların böyle bir derdi de yoktur. Ne Milliyetçi muhafazakar çevrelerin daha çok milliyetçileşmesi, ne de mağdur halkın farklı eğilimlere yönelmeleri onları rahatsız etmektedir.
Bu durumda görev; sorumluluk sahibi alimlere ve münevverlere düşüyor. Yeni konseptin islamı yeniden saraylılaştırmasına müsaade edilmemesi, Mazlum Müslüman halkın/halkların dertlerine çözüm olması için meydanın boş bırakılmaması gerekiyor. Yeni dönemde hukukun, kundakçı hocaefendiler imparatorluğuna teslim edilmemesi için özellikle alimlerin insiyatif almaları, herkesin zihnindeki karışıklıkları bertaraf edecek, öze dair fetvalar geliştirmeleri gerekmektedir. Kutsal değerlerin, muhafazakârlara da bulaşmış olan faşizan duygular için koltuk değneğine dönüştürülmemesi, zalimlerin yedeğine düşürülmemesi için kalem sahibi olanların, fikir sahibi olanların, ilim sahibi olanların aksiyon sahibi olanların, bir adım daha ilerde durmaları gerekmektedir. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Ulus Devlet ve Modern devletin nelere sebep olduğunu ve neleri kaybettirdiğini göstermek isteyenlerin öncelikle Kürtlere değil, içinde Kürtlerin de olduğu diğer halkları ezen, yok sayan, katliamlara maruz bırakan, yer yer yanlışa sürükleyen modern yapılara yönelmeleri, onları hedef almaları, oralardaki tehlikeleri bertaraf etmeleri gerekmektedir. Kendi mıntıkalarını temizleyenlerin de dönüp önce Kürtlerden özür dilemeleri, ancak olumlu sonuçlar verebilecektir. Bunu yapamayanların Kürtlere söyleyebilecek bir sözleri, gösterebilecek bir alternatifleri yoktur.
En nihayetinde eğer Kürtler taşlanacak sa da mümkünse İlk taşı günahsız olanlar, temizlenmiş olanlar, rüşdünü ispat etmiş olanlar atsın. Aksi takdirde; Modern Ulus Devlet gölgesinde yapılan her türlü açıklamayı, her türlü yorumu, sadece Ulus Devletin günah defterini kabartmaya yarayacak her türlü fetvayı reddettiğimizi yüksek sesle ifade etmemiz gerekiyor.